BEKİR PİŞKİN...........http://muradiye45manisa.tr.gg/ *ANA SAYFAN YAP
   
  MURADİYE 45
  Hikaye
 

şahmaran

 

mezopotamya’da bin yıldan beri anlatılır bu masal. anadolu’da, koçgiri’de bu masal geceleri genç yaşlı herkesin toplandığı köy odalarında bilge dervişlerin, gözleri deryalaşmış masal anlatıcılarının ağzında bal gibi düşer karanlık gecelerde.
insanlığın en büyük utancıdır şahmaran. en büyük utancıdır der bilge adam, nedenini öğrenmek istiyorsan dikkatlice bu hikayeyi dinleyeceksin ve dersini kendin çıkaracaksın.
yılanların şahıymış şahmaran. ama ondan sadece yılanlar değil doğadaki tüm canlılar çekinirmiş. işin gerçeği ise, ondaki bu güç aslında kimseyi korkutmazmış, çünkü şahmaran diğer hükümdarlar gibi kimseyi tehdit etmez, gücünü kimseye göstermezmiş. gücünü bilgelikten alırmış şahmaran. kainatın tüm bilgisine hakimmiş. hakikatın yolundaymış. bu sayede tüm bildiklerini, özelliklerini, tüm hayvanların dilini, her taşın tarihini bilirmiş. ama gerçek bilge olduğu için bilgisini kullanmaz, kendi gücüne güç katmaya çalışmazmış.
şahmaran en çok insanlardan kaçarmış, onların bencil arzularını iyi bilir bu sebeple bilgisini onlardan gizlermiş. fakat şahmaran insanlıktan uzak değilmiş, çünkü yarı insan yarı yılan görünümündeymiş. yani ne tam insan ne tam yılan, yarı ateş yarı su. yarı gece, yarı sabah gibi. belden yukarısı şeytani denecek kadar büyüleyici güzel bir kadınmış. başında boynuzları taç gibi görkemli kılıyormuş onu. ama belden aşağısı ise yılanmış. her birinin ucunda bir yılan başı olan tam oniki ayaklı güzel bir kadınmış şahmaran. bilge, güzel ve hikmet sahibi biriymiş yılanların taptıkları şahmaran.
onun masalını dengbejler oniki gün oniki gecede ancak bitirirler. bizim anlatacağımız bölüm sadece hikayenin sonu. yani insanın masaldaki son ihaneti.
masalın sonuna kadar şahmaran hem insanlardan kaçmış, hem de onları özlermiş. tam bir yılan olmadığı için yılanların arasında da kendini yalnız hissediyormuş. arada bir dertleşmek, insani duygularını insanla, insanoğluyla paylaşmak istiyormuş. gel gelelim bin yıllar boyunca insandan sadece ihanetin binbir yüzü olduğunu görmüş. her insan ona bencilce yaklaşmış, onun arkadaşlığından çok onlar için onun bilgisi değerliymiş. ve insan için bilgi güç demekmiş. insanoğlu biliyormuş ki, şahmaran’ın etinin suyu bilgeliğin belki de ölümsüzlüğün yolunu açacak.
şahmaran ise bin yıllardır kaçış halindeymiş. insanlar yüzünden ülkesini hep taşımak, sürekli izini kaybettirmek zorunda kalmış. onun ölümü sadece insan elinden olabilirmiş. eğer ona insan ona dokunmazsa kıyamete kadar yaşayabilirmiş. işt böyle insanlardan ve aynı zamanda yılanlardan da kaçarak yaşamını sürdürürmüş şahmaran.
bu zamanların birinde üç genç ormanda top oynuyormuş. derken gençlerden topu yakalamaya çalışan cansap’ın ayağı taşa takılmış ve oradaki kuyuya düşmüş. arkadaşları tansap’ı kuyudan çıkarmak için çok uğraşmışlar ve tüm çabaları sonuçsuz kalmış. arkadaşlarını kurtaramadıkları için ailelerinden çok korkan gençler, olan biteni gizlemişler ve cansap’ı hiç görmediklerini söylemişler. ve o günden sonra ne kuyunun yanına, ne de ormana bir daha hiç gitmemişler. aralarında cansap’ın adını dahi anmaz olmuşlar.
ya cansap ?
kuyuya düşen cansap ise ölmemiş. aşağı düştüğünde kendini yeni bir hayatın içinde bulmuş. kuyudan aşağı çok yumuşak bir düşme olmuş ve düştüğü yer ise çayır çimenmiş. önce öldüğünü ve cennete geldiğini sanmış. her taraf bin bir çeşit meyve, kuş ve çiçekle doluymuş. çevresine baktıkça gördüğü manzaradan büyüleniyormuş. zamanla çevresindeki yılanları fark etmiş. fark ettikçe de gözleri büyümeye devam etmiş. boa, engerek, kobra, çıngıraklı, karayılan…. her çeşitten onlarca, yüzlerce, binlerce yılan çevredeymiş.
korkunç bir çığlık atmış cansap. kendi çığlığından kendisi korkmuş ve susmuş. çünkü yılanların tümü dile gelmiş ve konuşuyorlarmış.
- “korkma bizden, misafirimizsin burada, hoş geldin !”
- “biz insana düşman değiliz, insanlar bize düşman …”
- “bakma yerlerde süründüğümüze, bizim de yüreğimiz var. “
- “bize dokunmayana bizim zararımız olmaz.”
- “görünüşümüzden korkma, üzme bizi…”
- “şimdi bekle, seni şahmaran’ın huzuruna çıkaracağız. insanlardan o kadar büyük zararlar gördük ki, buralarda saklanma nedenimiz sadece kendimizi korumaktır. istemezdik burayı öğrenmeni, ama oldu bir kere, artık başımızın üzerinde yerin var.”
çok beklememiş cansap ve kısa süre sonra karşıdan şahmaran ağır ağır gelmeye başlamış. şahmaran’ın güzelliğini gördükten sonra cansap’n gözleri bir kez daha faltaşı gibi açılmış ve kamaşmaya başlamış. şahmaran’ın kalbi de cansap’ı gördükten sonra hızla atmaya başlamış. duyguları ve bildikleri bir türlü barışmıyormuş. sevinç ve üzüntü. heyecan ve kararlılık. tereddütler yaşamaya başlamış.
şahmaran da, cansap’ın karşısına dikildiğinde bir deprem olmuş sanki içinde. gövdesi kuyruğundan kopacakmış gibi hissetmiş. bin yıllık yaşamında ilk kez böyle bir duyguya kapılmış şahmaran. sanki daha önceki bin yıllık yaşamı silinmiş. göz göze gelmişler. cansap özür dileyerek başlamış sözlerine. arkadaşlarıyla kuyunun yanında oyun oynadıklarını, kuyuya düşüşünü, köyünü, annesini ve oraları şimdiden özlediğini anlatmış.
- “olmaz” demiş şahmaran. “bir daha insanlara güvenmeyeceğime dair olarak kesin yeminim var yılanlara” demiş.
- “ sakın israr etme !.. “
cansap’ın israrları fayda etmemiş. yalvarmaları bir işe yaramamış. şahmaran, ihanetle, firarlarla geçen yaşam öyküsünü anlatmaya başlamış cansap’a. her gün bir parçasını öğrenmiş genç adam. uzun süre ne köyünü, ne arkadaşlarını anımsamamış. öykü ilerledikçe cansap daha da meraklanmış. azar azar bin yıllık tarihi, sadece şahmaran’ın değil, insanların da tarihini dinlemiş ve öğrenmiş.
gel gelelim gün gelmiş, şahmaran’ın anlattığı hikaye sona ermiş. hikaye bitince de cansap’ın merakı da tükenmiş.
insan dediğin merakı tükenince yüzünü başka yöne çevirir, bilmediği başka meraklar peşinde koşarmış. zamanla merakın yerini sıkıntılar almış, özlemler almış ve bir gün şahmaran’ın karşısına çıkmış.
- “ ben artık gitmek istiyorum ey bilge şahmaran ! sana minnetarım, bana çok şey öğrettin. sayende her şeye başka bir gözle bakıyorum. ama içimdeki özlem dayanılmaz oldu. burada duramam, yapamam ben. burada yaşlanıp ölemem. insanları özlüyorum ben” demiş.
- “olmaz ! ” demiş şahmaran. “yeminim var !” demiş .
ama cansap çok israr etmiş.
- “ben diğerlerine benzemem. sana ihanet etmem. yemin ederim. güven bana. insana güvenilebileceğini ispat edeceğim sana.” diye devam etmiş sözlerine.
- “hayır !.. hayır !.. sen de ihanet edersin. çünkü insansın, çünkü insan zayıftır. unutma ! her insanın bir zayıf tarafı mutlaka vardır. ihanetin ise bin bir çeşidi.” diyerek tartışmayı bitirmiş.
böylece günler günleri kovalamış. günler geçtikçe de cansap sararıp solmaya başlamış. ağzını açıp tek sözcük söylemez olmuş. o sustukça da şahmaran üzüntüden beter olmuş. ve :
- “evet” demiş kendi kendine. “ yarı insan değil miyim ? insanlığımın zayıf noktası çıktı karşıma. aşk ölümündedir bu topraklarda. tanrı olsun, şah olsun kar etmez.”
yanına çağırmış cansap’ı.
-“sakın bu sefer yemin etme. yemininden dönmeni istemem. çünkü biliyorum ki, eninde sonunda bana ihanet edeceksin. ihanet zayıf noktada yeşerecek. yanımda kalmadığına göre, o hayatı özlediğine göre bu böyle olacak. ama senden istediğim bir şey var. hiçbir zaman hamama gitme ! “
bunları söyledikten sonra da gözden kaybolmuş. yılanlar cansap’ı sırtlayıp kuyunun ağzına kadar taşımışlar.
cansap ise yeminini içten emişmiş aslında. bu nedenle de kendi köyüne uğramadan uzaklara, bir başka köye gidip orada kendi halinde bir marangoz olarak yaşamaya başlamış. ne çok söz söylemiş, ne de çok söz dinlemiş.
bu sırada kral mı, bey mi dersiniz, diyelim ki padişah. o bölgede hüküm süren şah hastalanmış ve yataklara düşmüş. bu işe en çok da sevinen vezir olmuş. vezirin de en büyük arzusu şahmaran’ı bulmakmış. şahmaran’ı bulup onun etinin suyunu içerek bilgiye kavuşmak ve böylece ölümsüzlük ağacını bulup meyvesinden yemek, sonuçta ölümsüz olmakmış amacı.
nice zaman padişaha yalvardıysa da, şahmaran’ı arayıp bulmak için padişahtan izin alamamış vezir. padişah korkak bir insanmış ve şahmaran’la uğraşmak istememiş. gelgelim padişah yataklara düşünce vezir son kozunu oynamaya karar vermiş.
-“hünkarım… hastalığınıza çare bulamadı hiçbiri. hangi hekim geldiyse aynı şeyi söylüyor. ilacınızı bilse bilse şahamran bilir. derman şahmaran’da. izin verin şahmaran’ı bulup getireyim” demiş.
-“hiç vakit kaybetmeyin !.. bulun getirin yılanların şahını !” demiş insanların şahı.
ve tüm ülke halkı hamamlara sokulup çıkarılarak şahmaran aranmaya başlamış. cansap boşuna denenmiş. hamamda cansap’ın teni pul pul olmuş ve tutmuşlar kolundan. haftalarca süren işkencelerde ağzını açıp tek kelime söylememiş cansap.
işkenceler sonucunda ölümün kıyısına dayanmış. vezir öleceğinden korktuğu için işkenceyi sona erdirmiş. ve kurnazca bir plan uygulamaya başlamış.apar topar cansap’ın hücresine dalmış ve :
-“ne yaptılar sana böyle evlat ? benim bundan haberim yok. acımasızlığın bu kadarı da olmaz. hepsinin kellesini vuracağım. haydi gel seni saya götüreyim. iyileşene dek misafirim ol !” demiş.
vezir, cansap’ı sarayda kuş sütüyle beslemiş ve etrafında dört dönüyormuş cansap’ın.
cansap kendine gelince, vezir omuzları çökük bir halde cansap’ın yanına oturmuş ve :
-“inan bana ! bizim şahmaran’a çok büyük saygımız var. ama başımızda öyle bir tehlike var ki, çok fena. çaresiz kaldık.”
vezir, halkın içinde bir salgın gezdiğini, bu hastalığın vebadan beter olduğunu, eğer önlem alınmazsa tüm insanlığa yayılacağını ve bir süre sonra bir tek insanın bile sağ kalmayacağını, ve daha neler neler söylemiş. cansap, dinledikçe şaşkınlığı artmış.
vezir en son olarak
demiş ki :
-“şahmaran’ı biz istemiyoruz. sadece var git yanına. de ki, senden başka danışacak kimsemiz kalmadı. bu hastalığın ilacı hangi bitkide gizli ? bize söyle !.. “
cansap evine dönmüş. geceler boyu uykusuz kalıp düşünmüş taşınmış. ve sonunda bir şafak vakti yola çıkmış.
kuyunun yanına vardığında, vezirin askerleri yakalamışlar cansap’ı. meğer cansap takip altındaymış uzun süredir. sarayda bekletmişler onu. beklerken ölüp ölüp dirilmiş. ama son pişmanlık fayda etmezmiş.
şahmaran’ı altın bir tepside getirmişler. başı gururlu ve dimdikmiş şahmaran’ın. cansap’tan başka kimseye bakmıyormuş. gözleri sadece ve sadece ona kilitliymiş. bir süre sessizlik olmuş. ve sonra şahmaran dile gelmiş…
-“ben sana bu topraklarda aşk ölümünedir demiştim. ve zayıf olan ölümü hak eder. benim zayıflığım sana aşık olmamdır maalesef. sen bana, ben de yılanlara ihanet etmiş oldum böylece. başımın suyu zehirlidir. bilgi kuyruğumdadır. ceza istiyorsan zehirimi iç.”
bu sözlerden sonra şahmaran oracıkta kesilmiş. iki ayrı kazan kaynamış. zehir kazanı ve bilgi kazanı.
vezir şahmaran’ın sözlerini dinleyerek kuyruk suyunu dikmiş başına. cansap ise ölümden başka bir şey düşünmeden zehir dolu tası içmiş.
vezir, hemen yıkılmış, vücudunun her yerinden kanlar fışkırmaya başlamış.
cansap, içindeki yangının azar azar söndüğünü hissetmiş ve yavaşça çıkmış gitmiş saraydan.
o günden beridir, o topraklarda , yoksul halkın arasında bir lokman hekim olarak almış yürümüş şahmaran….

 



PENCERE KENARI

Bu yaziyi okumaniz sadece 30 saniyenizi alacak, ve sonunda hayata ve iliskilere bakis aciniz degisecek.!!! 
İleri derecede hasta iki adam ayni hastane odasindaydilar.
Adamlardan birinin her ogleden sonra 1 saatligine oturmasina izin veriliyordu,
cigerlerindeki suyun suzulmesi icin.
Bu hastanin yatagi odadaki tek pencerenin tam yanindaydi.Diger hasta ise hep sirtustu yatmak zorundaydi.
Bu iki hasta saatlerce birbiriyle konusur, eslerini, ailelerini, evlerini,islerini, askerlik anilarini, tatilde gittikleri yerleri anlatirlardi birbirlerine.
Pencerenin yanindaki hasta, her ogleden sonra oturmasina izin verdikleri saati diger hastaya pencereden gorebildiklerini anlatarak geciriyordu.
diger hasta hep bir sonraki gunu iple cekmeye basladi, disaridaki renkli ve hareketli dunyayi dinlemek icin. 
 
Pencere, icinde cok guzel bir göl olan parka bakiyordu.Ördekler ve kugular gölde yuzerken çocuklar model bot'larini suda yuzduruyorlardi.
Genc asiklar, gokkusaginin tum renklerindeki ciceklerin arasinda kol kola dolasiyorlardi.Ulu agaclar etrafi susluyor, uzaktan sehrin silueti gorunebiliyordu.
Pencere kenarindaki adam bunlari muhtesem bir detayla anlatirken, odanin diger ucunda yatan adam gozlerini kapar ve bu muhtesem manzarayi hayalinde canlandirirdi.
Sicak bir ogleden sonra, pencerenin yanindaki adam gecmekte olan bir senlik alayini tarif etti.Diger adam bando seslerini duyamasa bile hayalinde canlandirabiliyordu, pencere kenarindaki adamin tasviriyle. 
 
Gunler ve haftalar gecti.
Bir sabah banyo yaptirmak icin su getiren gunduzcu hemsire pencere kenarinda yatan hastanin cansiz bedeniniyle karsilasti:
uykusunda, huzur icinde ölmüştü.
Huzunlendi, hastane gorevlilerini cesedi disari tasimalari icin cagirdi.
Uygun zaman gectigine kanaat getirir getirmez,diger hasta pencerenin kenarindaki yataga tasinmasinin mumkun olup olamayacagini sordu.Hemsire Memnuniyetle istegini yerine getirdi, hastanin rahat oldugundan emin Olduktan sonra onu yalniz birakti.
Yavasca, duydugu aciya aldirmadan, bir dirsegine yaslanarak disaridaki dunyaya bakmak uzere yatagindan dogruldu adam.
Sonunda, disariyi kendi gozleriyle gorme zevkini yasayabilecekti.
Pencereden disari bakabilmek icin yavasca donmeye zorladi kendisini.
Pencere, bos bir duvara bakiyordu.
Adam hemsireye, vefat eden oda arkadasinin pencerenin disinda gorunen Harika seylerden bahsetmesine sebep olan seyin ne olabilecegini sordu.
 
Hemsirenin cevabi, olen adamin kor oldugu ve pencerenin onundeki duvari gormedigiydi.
'Sanirim seni cesaretlendirmek istedi' dedi.
 
 
Diger insanlari mutlu etmek çok buyuk mutluluk getirir,
Kendi durumunuz ne olursa olsun.
Paylasilan dertler yarisi kadar uzuntu verir, paylasilan mutluluklar ise İki kati artar.
Kendinizi zengin hissetmek istiyorsaniz, 
sahip oldugunuz ve paranin satin alamayacagi her seyi paylasin.
 
Bu gun bize bir hediyedir.
Bu yazinin kaynagi bilinmiyor, fakat okuyan herkese mutluluk getirecektir. ...
 
 
...
Acılar..  

Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana
raslamis. Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an
göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile gelmiş.Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan biteni anlatmamış, ailesi dahil.Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı için durumunun düzeldiğini zannetmiş.Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile bulusmuş ve altınını almış.
Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez olmuş. Bir kaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış. Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek"
demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın
getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce hırsa kapılmış, kimbilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride demiş....Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama yılanın kuyruğunu koparmış. Yılan da can havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta yatağından sürünerek bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor. Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde..
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı...
Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım
demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...Sende bu evlat acısı..bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız.


 
  Toplam 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol